Hakaret Suçunda Uzlaştırmadan Önödeme Usulüne Geçişin Hukuki Değerlendirmesi: 7531 Sayılı Kanun ve Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 Tarihli, E.2024/197, K.2025/86 Sayılı İptal Kararı

I. Giriş

Ceza adalet sisteminde bazı suçların mahkeme önüne gitmeden çözülebilmesi, hem yargı süreçlerinin hızlanması hem de taraflar arasında toplumsal barışın tesisi açısından önem taşımaktadır. Bu amaçla geliştirilen önödeme ve uzlaştırma gibi kurumlar, tabiri caiz ise failin uzun ve yorucu yargılama stresi altına girmeksizin ceza almadan dosyanın kapatılmasına imkân tanımaktadır. Ancak bu tür alternatif çözüm yolları, uygulamada her zaman amacına uygun şekilde işlememektedir. Özellikle hakaret suçuna ilişkin soruşturmalarda, son yıllarda dikkat çeken bir uygulama şekli ortaya çıkmıştır. Şöyle ki:

Sosyal medya gibi açık dijital platformlarda, kasıtlı olarak kamuoyunu tahrik eden açıklamalar yapan kişiler, bu yolla kendilerine hakaret edilmesini adeta teşvik eder hâle gelmiştir. Ardından, hakarete uğradıkları gerekçesiyle şikâyetçi olarak sürece dahil olmuş ve “mağdur” sıfatıyla uzlaştırma görüşmelerine katılmışlardır. Uzlaştırma sisteminde mağdurun failden maddi talepte bulunabilmesi, bu süreci bazı kişiler için gelir kapısına dönüştürmüştür. Böyle bir uygulama pratiği, uzlaştırmanın, ceza muhakemesinde mağdur odaklı çözüm anlayışı çerçevesindeki konumundan saparak, kişisel menfaatlerin araçsallaştırıldığı ve kamu gücünün dolaylı yoldan kullanıldığı bir alana dönüşmesine neden olmuştur. Söz konusu örneklerin yaygınlaşması, kamuoyunda ve hukuk çevrelerinde, uzlaştırma kurumunun temel işlevinden saptığı yönünde eleştirilere yol açmıştır. 7531 sayılı Kanun ile önödeme kapsamı genişletilmiş, uzlaştırma ise zikredilen suçlar bakımından kurumun dışına çıkarılmıştır.

Çalışmamızda, iptale konu düzenlemelerin kanun sistematiği içindeki yerini, hukukî bağlamını, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında dayandığı gerekçeleri ve bu gerekçeler doğrultusunda ortaya çıkan sonuçları inceleyeceğiz.

II. Önödeme Kurumunun Hukukî Niteliği ve 7531 Sayılı Kanun’la Getirilen Değişiklikler

Önödeme, genel olarak yalnızca adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı altı ayı geçmeyen suçlar bakımından, kamu davası açılmadan önce ya da kovuşturma evresinde, failin kanunda gösterilen usulle ödeme yapması hâlinde dosyanın düşmesine imkân tanır. Bu kurum, klasik ceza muhakemesi işleyişinden sapma anlamına gelse de, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinde tanımlanmış ve sistemin istisnai bir unsuru olarak yasal bir zemine kavuşturulmuştur. Önödeme kurumu ile kamu davası açılması veya açılmışsa devam etmesi ihtiyacı ortadan kalkmakta; dosya, yargılamaya konu edilmeksizin sonuçlandırılması amaçlanmaktadır. Nitekim, Türk ceza muhakemesi sisteminde, suçun işlendiği yönünde yeterli şüphe oluştuğunda kamu davası açılması genel bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Ancak 5237 sayılı Kanun’un 75. maddesinde öngörülen önödeme kurumu, ismen sayılan suç tipleri bakımından bu sürecin ceza yargılamasına taşınmadan sona erdirilmesine imkân tanımaktadır. Cumhuriyet savcısı, şartlar gerçekleştiğinde fail hakkında önödeme teklifinde bulunur; failin ödeme yapması durumunda kamu davası açılmaz. Yargılama süreci bu suretle sona ererken, ödeme yapılmaması hâlinde soruşturma devam eder. Önödemenin uzlaştırmadan ayrıldığı temel noktalar açıktır. Başka bir deyişle, önödeme, devlet ile fail arasında kurulan ve yalnızca maddî ödeme ile sonuçlanan bir ilişkidir. Uzlaştırma ise fail ile mağdur arasında yürütülen, karşılıklı anlaşmayı gerektiren bir süreçtir. Uzlaştırmada mağdurun maddî bir edim talep etme imkânı vardır; önödemede böyle bir hak tanınmamıştır. Ayrıca uzlaştırma, taraflar arasında müzakereyi ve dolayısıyla bir tür iletişimi zorunlu kılarken, önödeme teknik ve tek taraflı bir mekanizmadır. Süreçlerin sonuçları bakımından da fark gözetilmelidir: Uzlaşmanın sağlanması kamu davasının açılmamasına yol açarken, önödeme yapılmazsa yargılama süreci işlemeye devam eder.

7531 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle, TCK m.75’in altıncı fıkrasının (a) bendine (2) numaralı alt bent eklenmiştir. Bu bentte, TCK m.125’in ikinci fıkrası, üçüncü fıkrasının (b) ve (c) bentleri ile dördüncü fıkrasında tanımlanan hakaret suçlarının da önödeme kapsamına alındığı kanunlaşmıştır. Aynı maddenin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının (a) bendinde yer alan hükümler bu kapsamın dışındadır. Buna paralel olarak, CMK m.253/3’te yapılan değişiklikle, bu bentte belirtilen hakaret suçlarının uzlaştırma dışı bırakıldığı hükme bağlanmıştır. Böylece bazı suç tipleri bakımından uzlaştırma yerine önödeme usulü uygulanabilir hâle gelmiştir. Önödeme yapılması hâlinde kamu davası açılmaz; açılmışsa düşer. Failin devlete ödeme yapması yeterlidir. Mağdurun rızası aranmaz. Uzlaştırma uygulamasında ise tarafların anlaşması ve edim üzerinde uzlaşması esastır. Bununla birlikte CMK’ya eklenen geçici 7. madde ile bu düzenlemelerin yalnızca yürürlük tarihinden sonraki soruşturma ve kovuşturmalara uygulanacağı belirtilmiştir.

III. Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 Tarihli Kararının Gerekçeleri ve Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 tarihli ve E.2024/197, K.2025/86 sayılı kararında iptali talep edilen ilk hüküm, 7531 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinin altıncı fıkrasının (a) bendine eklenen (2) numaralı alt bentte yer alan: “… ikinci fıkrası, üçüncü fıkrasının (b) ve (c) bentleri ve dördüncü fıkrası …” ibaresidir. Anılan düzenleme ile TCK m.125 kapsamındaki bazı hakaret suçları önödeme kapsamına alınmıştır. İkinci norm, aynı Kanun’un 18. maddesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na eklenen geçici 7. maddenin ikinci fıkrasıdır. İlgili fıkra şöyledir: “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla soruşturma veya kovuşturma evresinde bulunan dosyalar bakımından bu maddeyi ihdas eden Kanunla 253 üncü maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik ve 5237 sayılı Kanunun 75 inci maddesinin altıncı fıkrasında yapılan değişiklik uygulanmaz. Bu dosyalar, 253 üncü maddenin üçüncü fıkrasının değişiklikten önceki hükümlerine göre sonuçlandırılır.” İtiraz yoluna başvuran mahkemeler ile iptal davası açan milletvekillerince, önödeme kapsamına alınan hakaret suçu türleri arasında yapılan ayrımın, benzer hukuki konumda olan kişilere farklı muameleye yol açtığı; geçici maddenin ikinci fıkrasının ise eşit konumda bulunan yargılamalara farklı hukuk kuralları uygulanmasına neden olduğu belirtilmiştir. Her iki hükmün Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Anayasa Mahkemesi, kararında Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, 10. maddesindeki kanun önünde eşitlik ilkesi ve 38. maddesindeki aleyhe kanunun geriye yürüme yasağı ilkelerine atıf yapmıştır. TCK m.75/6-a-2 hükmü bakımından, suçun işleniş biçimi esas alınarak önödeme kapsamının belirlenmesinin, benzer hukuki konumdaki kişiler arasında farklı sonuçlara yol açtığına kanaat getirilmiştir. Mahkeme, hakaret suçunun mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü iletiyle işlenmesi hâlini düzenleyen TCK m.125/2, nitelikli halleri içeren m.125/3-(b) ve (c) bentleri ile aleniyet unsurunu barındıran m.125/4 hükümlerinin önödeme kapsamına alınmış olmasına karşın, suçun doğrudan huzurda ya da kamu görevlisine karşı işlenmesi halleri kapsam dışı bırakıldığından, eşitlik ilkesi bakımından farklı muamele oluştuğu değerlendirmesini yapmıştır. Bu farklılığın nesnel ve makul bir temele dayanmadığı, benzer hukuki konumda olan kişiler arasında ayrımcılığa neden olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte, CMK’ya eklenen geçici 7. madde yönünden ise, aynı suça ilişkin olup yalnızca yürürlük tarihine göre ayrılan dosyalar arasında farklı usuller uygulanmasının, öngörülebilirlik ve eşitlik ilkelerine aykırılık oluşturduğu kanaatine varılmıştır. Mahkeme, aynı normun yürürlüğe girdiği tarihten önce başlatılmış dosyalar bakımından uygulanmamasını, benzer konumda olan şüpheli veya sanıklar arasında farklı sonuçlar doğurduğu gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı bulmuştur. Mezkur düzenlemenin açıkça geriye etkili olmaması ve bu nedenle geçmişte açılmış dosyalarda önceki hükümlerin uygulanmaya devam etmesinin, hem kanun önünde eşitlik ilkesine hem de hukuk devleti ilkesinin gereği olan hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerine zarar verdiği belirtilmiştir. Bu husus bizce kıymetlidir. Şöyle ki, Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçelerinde, normun “genel ve soyut yapı” taşıması gerektiği vurgulanmıştır. Suçun işleniş biçimine göre önödeme hakkının tanınıp tanınmaması arasında ayrım yapılması, failin hukuki durumunu nesnel olmayan kıstaslara göre şekillendirmiştir. Kararda, benzer hukuki durumda bulunan kişilerin eşit muamele görmesi gerektiği vurgulanmış, hukuki sonuçların kişisel koşullara veya takdiri değerlendirmelere bırakılmasının önlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. CMK geçici 7. madde kapsamında, aynı suçtan yargılanan kişilere yalnızca yargılamanın başlatılma tarihine göre yargılamanın sac ayağı olan avukatların, hakimin, Cumhuriyet savcısının çalışkanlık durumlarına göre farklı normların uygulanması, yüksek mahkemece kabul edilebilir bir farklılık olarak değerlendirilmemiştir. Sistemde doğan ayrıştırıcı etki, ceza muhakemesi sürecinde failin yargılamaya tabi olup olmamasının suçun işleniş biçimi ve soruşturma tarihine göre şekillenmesi sonucunu doğurmuştur. Tabiki de bu husus, hukuk devletinin temel ilkelerinden olan eşitlik anlayışı ile bağdaşmamaktadır.

IV. Anayasa Mahkemesi Kararının Normatif ve Uygulama Boyutlu Sonuçları

Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 tarihli ve E.2024/197, K.2025/86 sayılı kararıyla iptal edilen hükümler, önödeme kurumunun uygulama alanını TCK m.125 kapsamındaki bazı hakaret fiillerini içerecek şekilde genişletmekteydi. Bu genişleme, ceza yargılamasında alternatif çözüm yollarının etkinleştirilmesi amacıyla yapılsa da, eşitlik ilkesinin yapısal anlamda göz ardı edilmesine yol açmıştır. Mahkeme, özellikle suçun işleniş biçimine göre failin farklı usullere tabi tutulmasının, normların genel ve soyut olması gerektiğine dair anayasal ilkeyle bağdaşmadığını vurgulamıştır. Kararın dikkat çeken yönlerinden biri de, suçun temel biçimi ile nitelikli halleri arasında kurulan uygulama farklılığının ters yönlü bir etki doğurmasının ifade edilişidir. Nitekim, TCK m.125’in ikinci, üçüncü (b) ve (c) bentleri ile dördüncü fıkrasında tanımlanan nitelikli hakaret fiilleri önödeme kapsamına alınırken, aynı maddenin birinci ve üçüncü fıkrasının (a) bendi kapsam dışı bırakılmıştır. Söz konusu husus, ceza yargılaması ilkelerinden olan orantılılık ve ölçülülükle çelişmektedir. Zira daha ağır nitelikli fiillere kıyasen fail lehine sonuç doğuran bir usul uygulanırken, daha hafif fiillerde bu imkânın tanınmaması, failin hukuki durumunu ağırlaştırmakta ve tutarsızlık yaratmaktadır. Benzer bir eşitsizlik sorunu, CMK’ya eklenen geçici 7. maddenin ikinci fıkrasında ortaya çıkmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, aynı suça ilişkin dosyaların yalnızca yargılama evresine geçiş tarihine göre farklı usullere tabi tutulması, yargı sisteminde öznel faktörlerin belirleyici hâle gelmesine neden olmuştur. Sayılan bu tarihî farklılık, yargılamaya hangi gün, hangi savcı ya da mahkeme tarafından başlandığına göre değişebilmekte; neticede aynı hukuki durumda bulunan kişilere farklı sonuçlar doğurabilmektedir. Soruşturmanın ne zaman başlatıldığı, görevli kişinin iş yükü, dosya yoğunluğu yahut uygulama pratiği gibi dışsal faktörlerin hukukî sonuca etkili olması, ceza muhakemesinde hem eşitlik ilkesini hem de hukuki güvenliği zedelemektedir.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında, önödeme kurumunun TCK m.125 kapsamında yeniden yapılandırılması gerektiği açıktır. Önödeme, doğası gereği fail lehine sonuç doğuran bir kurumdur ve ceza siyaseti bakımından aynı suç tipinin daha hafif eylemleri için de öngörülebilir, etkili ve erişilebilir olmalıdır. Mevcut haliyle uygulama, daha ağır fiilleri kapsarken daha hafif eylemleri kapsam dışı bırakarak, ceza sisteminde ters yönlü bir ayrıcalık yaratmaktadır. Kapsamın nitelikli fiillerle sınırlı tutulması, failin eylem niteliğine göre değil, kanuni düzenlemelerdeki seçici tercihlere göre farklı sonuçlara tabi tutulmasına yol açmaktadır. Öte yandan, iptal kararının 29 Şubat 2026 tarihinde yürürlüğe girecek olması, uygulayıcılar açısından geçici bir dönemde mevcut hükümlerin uygulanmaya devam edeceği anlamına gelmesi gerekir. Bu süre zarfında Cumhuriyet savcıları, yürürlükteki düzenlemelere göre hareket etmelidir. Ancak bu uygulama süresi, aynı zamanda yasa koyucu için de önemlidir. Mesele, bir fiilin hangi usule tabi olacağı sorusundan ibaret değil. Daha önemlisi, bu tercihlerin ceza adaletinin yönünü nereden nereye çevirdiğinde. Çünkü usul dediğimiz şey bir yöntemin ötesindedir. Anayasa Mahkemesi yerindelik denetimi yapmaz. Ama kimi zaman olur, normu iptal ederken bir dili, bir yönü de işaret edebilmektedir.

V. Sonuç

Çalışmamızda, hakaret suçunun ceza muhakemesi içindeki konumunu; bu suçla ilgili soruşturmalarda uzlaştırma ve önödeme kurumlarının ne şekilde uygulandığını ve bu yapının hangi gerekçelerle değiştirildiğini değerlendirdik. Özellikle sosyal medya ortamlarında, kamuoyunu bilerek provoke eden açıklamalarla başlayan ve ardından uzlaştırma sürecinin maddi talepler üzerinden istismar edilmesine uzanan örnekler, meselenin norm sorununun ötesinde olduğunu göstermektedir. Bu kapsamda, 7531 sayılı Kanun ile hakaret suçunun bazı halleri uzlaştırma kapsamından çıkarılmış ve önödeme kapsamına alınarak ceza muhakemesi süreci açısından farklı bir usul benimsenmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin ilgili iptal kararları, önödeme kapsamının belirlenmesinde suçun işleniş biçiminin esas alınmasının, eşitlik ilkesine aykırı sonuçlar doğurduğu gerekçesine dayanmaktadır. Benzer şekilde, yargılamanın başlangıç tarihine göre farklı hukuk kurallarının uygulanmasının da hukuk devleti ilkesini zedelediği kanaatine varılmıştır. Mahkeme’nin, eşitlik ve hukuki güvenlik ilkelerine yaptığı vurgu yerinde olmakla birlikte, bu değerlendirmeler aynı zamanda yasa koyucunun normatif tercihlerinde daha bütüncül bir yaklaşım benimsemesi gerektiğini de göstermektedir. Bu bağlamda, yasa koyucu, önödeme ve uzlaştırma gibi kurumları düzenlerken hem faillerin hem de mağdurların konumunu gözeten bir yaklaşım benimsemelidir. Ceza muhakemesi süreci açısından ise öngörülebilirlik ve ölçülülük ilkeleri temel alınarak, yapısal bütünlük sağlanmalıdır

Sonuç olarak, 29 Mayıs 2025 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 tarihli iptal kararı, ceza muhakemesi sürecinde önödeme ve uzlaştırma kurumlarının sınırlarının belirlenmesinde, hukuk devleti ve eşitlik ilkelerinin göz ardı edilemeyeceğini vurgulamıştır. 7531 sayılı Kanun ile hakaret suçunun bazı halleri uzlaştırma kapsamından çıkarılarak önödeme kapsamına alınmış; ancak bu değişiklik, benzer hukuki durumda bulunan kişiler arasında farklı usuller uygulanmasına yol açmıştır. Mahkeme, benzer hukuki durumda bulunan kişiler için farklı usuller uygulanmasının, hukuki güvenlik ilkesini zedelediğini ve kanunların herkese eşit ve genelleştirilebilir kurallar içermesi gerektiği yönündeki anayasal ilkeyle çeliştiğine hükmetmiştir. Kararın, ceza muhakemesinde alternatif çözüm yollarına ilişkin yasal düzenlemelerin, hukuki güvenlik, eşitlik ve kamu yararı ilkeleri çerçevesinde yeniden gözden geçirilmesine olanak sağlayacak bir tartışma zemini oluşturmasını temenni ediyoruz.

​Hakaret Suçunda Uzlaştırmadan Önödeme Usulüne Geçişin Hukuki Değerlendirmesi: 7531 Sayılı Kanun ve Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 Tarihli, E.2024/197, K.2025/86 Sayılı İptal Kararı

I. Giriş

Ceza adalet sisteminde bazı suçların mahkeme önüne gitmeden çözülebilmesi, hem yargı süreçlerinin hızlanması hem de taraflar arasında toplumsal barışın tesisi açısından önem taşımaktadır. Bu amaçla geliştirilen önödeme ve uzlaştırma gibi kurumlar, tabiri caiz ise failin uzun ve yorucu yargılama stresi altına girmeksizin ceza almadan dosyanın kapatılmasına imkân tanımaktadır. Ancak bu tür alternatif çözüm yolları, uygulamada her zaman amacına uygun şekilde işlememektedir. Özellikle hakaret suçuna ilişkin soruşturmalarda, son yıllarda dikkat çeken bir uygulama şekli ortaya çıkmıştır. Şöyle ki:

Sosyal medya gibi açık dijital platformlarda, kasıtlı olarak kamuoyunu tahrik eden açıklamalar yapan kişiler, bu yolla kendilerine hakaret edilmesini adeta teşvik eder hâle gelmiştir. Ardından, hakarete uğradıkları gerekçesiyle şikâyetçi olarak sürece dahil olmuş ve “mağdur” sıfatıyla uzlaştırma görüşmelerine katılmışlardır. Uzlaştırma sisteminde mağdurun failden maddi talepte bulunabilmesi, bu süreci bazı kişiler için gelir kapısına dönüştürmüştür. Böyle bir uygulama pratiği, uzlaştırmanın, ceza muhakemesinde mağdur odaklı çözüm anlayışı çerçevesindeki konumundan saparak, kişisel menfaatlerin araçsallaştırıldığı ve kamu gücünün dolaylı yoldan kullanıldığı bir alana dönüşmesine neden olmuştur. Söz konusu örneklerin yaygınlaşması, kamuoyunda ve hukuk çevrelerinde, uzlaştırma kurumunun temel işlevinden saptığı yönünde eleştirilere yol açmıştır. 7531 sayılı Kanun ile önödeme kapsamı genişletilmiş, uzlaştırma ise zikredilen suçlar bakımından kurumun dışına çıkarılmıştır.

Çalışmamızda, iptale konu düzenlemelerin kanun sistematiği içindeki yerini, hukukî bağlamını, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında dayandığı gerekçeleri ve bu gerekçeler doğrultusunda ortaya çıkan sonuçları inceleyeceğiz.

II. Önödeme Kurumunun Hukukî Niteliği ve 7531 Sayılı Kanun’la Getirilen Değişiklikler

Önödeme, genel olarak yalnızca adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı altı ayı geçmeyen suçlar bakımından, kamu davası açılmadan önce ya da kovuşturma evresinde, failin kanunda gösterilen usulle ödeme yapması hâlinde dosyanın düşmesine imkân tanır. Bu kurum, klasik ceza muhakemesi işleyişinden sapma anlamına gelse de, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinde tanımlanmış ve sistemin istisnai bir unsuru olarak yasal bir zemine kavuşturulmuştur. Önödeme kurumu ile kamu davası açılması veya açılmışsa devam etmesi ihtiyacı ortadan kalkmakta; dosya, yargılamaya konu edilmeksizin sonuçlandırılması amaçlanmaktadır. Nitekim, Türk ceza muhakemesi sisteminde, suçun işlendiği yönünde yeterli şüphe oluştuğunda kamu davası açılması genel bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Ancak 5237 sayılı Kanun’un 75. maddesinde öngörülen önödeme kurumu, ismen sayılan suç tipleri bakımından bu sürecin ceza yargılamasına taşınmadan sona erdirilmesine imkân tanımaktadır. Cumhuriyet savcısı, şartlar gerçekleştiğinde fail hakkında önödeme teklifinde bulunur; failin ödeme yapması durumunda kamu davası açılmaz. Yargılama süreci bu suretle sona ererken, ödeme yapılmaması hâlinde soruşturma devam eder. Önödemenin uzlaştırmadan ayrıldığı temel noktalar açıktır. Başka bir deyişle, önödeme, devlet ile fail arasında kurulan ve yalnızca maddî ödeme ile sonuçlanan bir ilişkidir. Uzlaştırma ise fail ile mağdur arasında yürütülen, karşılıklı anlaşmayı gerektiren bir süreçtir. Uzlaştırmada mağdurun maddî bir edim talep etme imkânı vardır; önödemede böyle bir hak tanınmamıştır. Ayrıca uzlaştırma, taraflar arasında müzakereyi ve dolayısıyla bir tür iletişimi zorunlu kılarken, önödeme teknik ve tek taraflı bir mekanizmadır. Süreçlerin sonuçları bakımından da fark gözetilmelidir: Uzlaşmanın sağlanması kamu davasının açılmamasına yol açarken, önödeme yapılmazsa yargılama süreci işlemeye devam eder.

7531 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle, TCK m.75’in altıncı fıkrasının (a) bendine (2) numaralı alt bent eklenmiştir. Bu bentte, TCK m.125’in ikinci fıkrası, üçüncü fıkrasının (b) ve (c) bentleri ile dördüncü fıkrasında tanımlanan hakaret suçlarının da önödeme kapsamına alındığı kanunlaşmıştır. Aynı maddenin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının (a) bendinde yer alan hükümler bu kapsamın dışındadır. Buna paralel olarak, CMK m.253/3’te yapılan değişiklikle, bu bentte belirtilen hakaret suçlarının uzlaştırma dışı bırakıldığı hükme bağlanmıştır. Böylece bazı suç tipleri bakımından uzlaştırma yerine önödeme usulü uygulanabilir hâle gelmiştir. Önödeme yapılması hâlinde kamu davası açılmaz; açılmışsa düşer. Failin devlete ödeme yapması yeterlidir. Mağdurun rızası aranmaz. Uzlaştırma uygulamasında ise tarafların anlaşması ve edim üzerinde uzlaşması esastır. Bununla birlikte CMK’ya eklenen geçici 7. madde ile bu düzenlemelerin yalnızca yürürlük tarihinden sonraki soruşturma ve kovuşturmalara uygulanacağı belirtilmiştir.

III. Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 Tarihli Kararının Gerekçeleri ve Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 tarihli ve E.2024/197, K.2025/86 sayılı kararında iptali talep edilen ilk hüküm, 7531 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 75. maddesinin altıncı fıkrasının (a) bendine eklenen (2) numaralı alt bentte yer alan: “… ikinci fıkrası, üçüncü fıkrasının (b) ve (c) bentleri ve dördüncü fıkrası …” ibaresidir. Anılan düzenleme ile TCK m.125 kapsamındaki bazı hakaret suçları önödeme kapsamına alınmıştır. İkinci norm, aynı Kanun’un 18. maddesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na eklenen geçici 7. maddenin ikinci fıkrasıdır. İlgili fıkra şöyledir: “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla soruşturma veya kovuşturma evresinde bulunan dosyalar bakımından bu maddeyi ihdas eden Kanunla 253 üncü maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik ve 5237 sayılı Kanunun 75 inci maddesinin altıncı fıkrasında yapılan değişiklik uygulanmaz. Bu dosyalar, 253 üncü maddenin üçüncü fıkrasının değişiklikten önceki hükümlerine göre sonuçlandırılır.” İtiraz yoluna başvuran mahkemeler ile iptal davası açan milletvekillerince, önödeme kapsamına alınan hakaret suçu türleri arasında yapılan ayrımın, benzer hukuki konumda olan kişilere farklı muameleye yol açtığı; geçici maddenin ikinci fıkrasının ise eşit konumda bulunan yargılamalara farklı hukuk kuralları uygulanmasına neden olduğu belirtilmiştir. Her iki hükmün Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

Anayasa Mahkemesi, kararında Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi, 10. maddesindeki kanun önünde eşitlik ilkesi ve 38. maddesindeki aleyhe kanunun geriye yürüme yasağı ilkelerine atıf yapmıştır. TCK m.75/6-a-2 hükmü bakımından, suçun işleniş biçimi esas alınarak önödeme kapsamının belirlenmesinin, benzer hukuki konumdaki kişiler arasında farklı sonuçlara yol açtığına kanaat getirilmiştir. Mahkeme, hakaret suçunun mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü iletiyle işlenmesi hâlini düzenleyen TCK m.125/2, nitelikli halleri içeren m.125/3-(b) ve (c) bentleri ile aleniyet unsurunu barındıran m.125/4 hükümlerinin önödeme kapsamına alınmış olmasına karşın, suçun doğrudan huzurda ya da kamu görevlisine karşı işlenmesi halleri kapsam dışı bırakıldığından, eşitlik ilkesi bakımından farklı muamele oluştuğu değerlendirmesini yapmıştır. Bu farklılığın nesnel ve makul bir temele dayanmadığı, benzer hukuki konumda olan kişiler arasında ayrımcılığa neden olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte, CMK’ya eklenen geçici 7. madde yönünden ise, aynı suça ilişkin olup yalnızca yürürlük tarihine göre ayrılan dosyalar arasında farklı usuller uygulanmasının, öngörülebilirlik ve eşitlik ilkelerine aykırılık oluşturduğu kanaatine varılmıştır. Mahkeme, aynı normun yürürlüğe girdiği tarihten önce başlatılmış dosyalar bakımından uygulanmamasını, benzer konumda olan şüpheli veya sanıklar arasında farklı sonuçlar doğurduğu gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı bulmuştur. Mezkur düzenlemenin açıkça geriye etkili olmaması ve bu nedenle geçmişte açılmış dosyalarda önceki hükümlerin uygulanmaya devam etmesinin, hem kanun önünde eşitlik ilkesine hem de hukuk devleti ilkesinin gereği olan hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerine zarar verdiği belirtilmiştir. Bu husus bizce kıymetlidir. Şöyle ki, Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçelerinde, normun “genel ve soyut yapı” taşıması gerektiği vurgulanmıştır. Suçun işleniş biçimine göre önödeme hakkının tanınıp tanınmaması arasında ayrım yapılması, failin hukuki durumunu nesnel olmayan kıstaslara göre şekillendirmiştir. Kararda, benzer hukuki durumda bulunan kişilerin eşit muamele görmesi gerektiği vurgulanmış, hukuki sonuçların kişisel koşullara veya takdiri değerlendirmelere bırakılmasının önlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. CMK geçici 7. madde kapsamında, aynı suçtan yargılanan kişilere yalnızca yargılamanın başlatılma tarihine göre yargılamanın sac ayağı olan avukatların, hakimin, Cumhuriyet savcısının çalışkanlık durumlarına göre farklı normların uygulanması, yüksek mahkemece kabul edilebilir bir farklılık olarak değerlendirilmemiştir. Sistemde doğan ayrıştırıcı etki, ceza muhakemesi sürecinde failin yargılamaya tabi olup olmamasının suçun işleniş biçimi ve soruşturma tarihine göre şekillenmesi sonucunu doğurmuştur. Tabiki de bu husus, hukuk devletinin temel ilkelerinden olan eşitlik anlayışı ile bağdaşmamaktadır.

IV. Anayasa Mahkemesi Kararının Normatif ve Uygulama Boyutlu Sonuçları

Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 tarihli ve E.2024/197, K.2025/86 sayılı kararıyla iptal edilen hükümler, önödeme kurumunun uygulama alanını TCK m.125 kapsamındaki bazı hakaret fiillerini içerecek şekilde genişletmekteydi. Bu genişleme, ceza yargılamasında alternatif çözüm yollarının etkinleştirilmesi amacıyla yapılsa da, eşitlik ilkesinin yapısal anlamda göz ardı edilmesine yol açmıştır. Mahkeme, özellikle suçun işleniş biçimine göre failin farklı usullere tabi tutulmasının, normların genel ve soyut olması gerektiğine dair anayasal ilkeyle bağdaşmadığını vurgulamıştır. Kararın dikkat çeken yönlerinden biri de, suçun temel biçimi ile nitelikli halleri arasında kurulan uygulama farklılığının ters yönlü bir etki doğurmasının ifade edilişidir. Nitekim, TCK m.125’in ikinci, üçüncü (b) ve (c) bentleri ile dördüncü fıkrasında tanımlanan nitelikli hakaret fiilleri önödeme kapsamına alınırken, aynı maddenin birinci ve üçüncü fıkrasının (a) bendi kapsam dışı bırakılmıştır. Söz konusu husus, ceza yargılaması ilkelerinden olan orantılılık ve ölçülülükle çelişmektedir. Zira daha ağır nitelikli fiillere kıyasen fail lehine sonuç doğuran bir usul uygulanırken, daha hafif fiillerde bu imkânın tanınmaması, failin hukuki durumunu ağırlaştırmakta ve tutarsızlık yaratmaktadır. Benzer bir eşitsizlik sorunu, CMK’ya eklenen geçici 7. maddenin ikinci fıkrasında ortaya çıkmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, aynı suça ilişkin dosyaların yalnızca yargılama evresine geçiş tarihine göre farklı usullere tabi tutulması, yargı sisteminde öznel faktörlerin belirleyici hâle gelmesine neden olmuştur. Sayılan bu tarihî farklılık, yargılamaya hangi gün, hangi savcı ya da mahkeme tarafından başlandığına göre değişebilmekte; neticede aynı hukuki durumda bulunan kişilere farklı sonuçlar doğurabilmektedir. Soruşturmanın ne zaman başlatıldığı, görevli kişinin iş yükü, dosya yoğunluğu yahut uygulama pratiği gibi dışsal faktörlerin hukukî sonuca etkili olması, ceza muhakemesinde hem eşitlik ilkesini hem de hukuki güvenliği zedelemektedir.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında, önödeme kurumunun TCK m.125 kapsamında yeniden yapılandırılması gerektiği açıktır. Önödeme, doğası gereği fail lehine sonuç doğuran bir kurumdur ve ceza siyaseti bakımından aynı suç tipinin daha hafif eylemleri için de öngörülebilir, etkili ve erişilebilir olmalıdır. Mevcut haliyle uygulama, daha ağır fiilleri kapsarken daha hafif eylemleri kapsam dışı bırakarak, ceza sisteminde ters yönlü bir ayrıcalık yaratmaktadır. Kapsamın nitelikli fiillerle sınırlı tutulması, failin eylem niteliğine göre değil, kanuni düzenlemelerdeki seçici tercihlere göre farklı sonuçlara tabi tutulmasına yol açmaktadır. Öte yandan, iptal kararının 29 Şubat 2026 tarihinde yürürlüğe girecek olması, uygulayıcılar açısından geçici bir dönemde mevcut hükümlerin uygulanmaya devam edeceği anlamına gelmesi gerekir. Bu süre zarfında Cumhuriyet savcıları, yürürlükteki düzenlemelere göre hareket etmelidir. Ancak bu uygulama süresi, aynı zamanda yasa koyucu için de önemlidir. Mesele, bir fiilin hangi usule tabi olacağı sorusundan ibaret değil. Daha önemlisi, bu tercihlerin ceza adaletinin yönünü nereden nereye çevirdiğinde. Çünkü usul dediğimiz şey bir yöntemin ötesindedir. Anayasa Mahkemesi yerindelik denetimi yapmaz. Ama kimi zaman olur, normu iptal ederken bir dili, bir yönü de işaret edebilmektedir.

V. Sonuç

Çalışmamızda, hakaret suçunun ceza muhakemesi içindeki konumunu; bu suçla ilgili soruşturmalarda uzlaştırma ve önödeme kurumlarının ne şekilde uygulandığını ve bu yapının hangi gerekçelerle değiştirildiğini değerlendirdik. Özellikle sosyal medya ortamlarında, kamuoyunu bilerek provoke eden açıklamalarla başlayan ve ardından uzlaştırma sürecinin maddi talepler üzerinden istismar edilmesine uzanan örnekler, meselenin norm sorununun ötesinde olduğunu göstermektedir. Bu kapsamda, 7531 sayılı Kanun ile hakaret suçunun bazı halleri uzlaştırma kapsamından çıkarılmış ve önödeme kapsamına alınarak ceza muhakemesi süreci açısından farklı bir usul benimsenmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin ilgili iptal kararları, önödeme kapsamının belirlenmesinde suçun işleniş biçiminin esas alınmasının, eşitlik ilkesine aykırı sonuçlar doğurduğu gerekçesine dayanmaktadır. Benzer şekilde, yargılamanın başlangıç tarihine göre farklı hukuk kurallarının uygulanmasının da hukuk devleti ilkesini zedelediği kanaatine varılmıştır. Mahkeme’nin, eşitlik ve hukuki güvenlik ilkelerine yaptığı vurgu yerinde olmakla birlikte, bu değerlendirmeler aynı zamanda yasa koyucunun normatif tercihlerinde daha bütüncül bir yaklaşım benimsemesi gerektiğini de göstermektedir. Bu bağlamda, yasa koyucu, önödeme ve uzlaştırma gibi kurumları düzenlerken hem faillerin hem de mağdurların konumunu gözeten bir yaklaşım benimsemelidir. Ceza muhakemesi süreci açısından ise öngörülebilirlik ve ölçülülük ilkeleri temel alınarak, yapısal bütünlük sağlanmalıdır

Sonuç olarak, 29 Mayıs 2025 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin 27/3/2025 tarihli iptal kararı, ceza muhakemesi sürecinde önödeme ve uzlaştırma kurumlarının sınırlarının belirlenmesinde, hukuk devleti ve eşitlik ilkelerinin göz ardı edilemeyeceğini vurgulamıştır. 7531 sayılı Kanun ile hakaret suçunun bazı halleri uzlaştırma kapsamından çıkarılarak önödeme kapsamına alınmış; ancak bu değişiklik, benzer hukuki durumda bulunan kişiler arasında farklı usuller uygulanmasına yol açmıştır. Mahkeme, benzer hukuki durumda bulunan kişiler için farklı usuller uygulanmasının, hukuki güvenlik ilkesini zedelediğini ve kanunların herkese eşit ve genelleştirilebilir kurallar içermesi gerektiği yönündeki anayasal ilkeyle çeliştiğine hükmetmiştir. Kararın, ceza muhakemesinde alternatif çözüm yollarına ilişkin yasal düzenlemelerin, hukuki güvenlik, eşitlik ve kamu yararı ilkeleri çerçevesinde yeniden gözden geçirilmesine olanak sağlayacak bir tartışma zemini oluşturmasını temenni ediyoruz. Hukuki Haber

Aktien: