TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

E. K. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/17496)

 

Karar Tarihi: 11/6/2024

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Muhterem İNCE

 

 

Yılmaz AKÇİL

Raportör

:

Hüseyin Ozan ADIYAMAN

Başvurucu

:

Vekili

:

Av. Yağmur KILIÇ

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; açlık grevindeki tutuklu ve hükümlülerin sağlık durumuna dikkat çekmek için toplanan gruba karşı aşırı güç kullanılması, yakalama sonrasında fiziksel ve sözlü şiddet uygulanması ve bu olaya yönelik şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucu, İstanbul Barosuna kayıtlı bir avukattır. PKK/KCK silahlı terör örgütünün başı olan A.Ö.nün tutulduğu ceza infaz kurumundaki şartların iyileştirilmesi için açlık grevine başlayan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkâri Milletvekili L.G. ve bazı hükümlülerin sağlık durumlarına dikkat çekmek amacıyla Bakırköy Kapalı Kadın Ceza İnfaz Kurumu (Ceza İnfaz Kurumu) önünde eylem yapılması planlanmıştır. Bu eyleme katılan grupta yer alan başvurucu 9/5/2019 tarihinde gözaltına alınmıştır.

3. Başvurucu 11/5/2019 tarihinde adli kolluk biriminde şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde savunmasını Cumhuriyet savcısı huzurunda yapacağını beyan etmiştir. Tutuklanması talebiyle sevk edildiği İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 13/5/2019 tarihinde başvurucunun adli kontrol altına alınarak serbest bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucu, Hâkimlikteki sorgusunda gözaltına alınırken ve gözaltındayken kolluk görevlilerinin fiziksel ve sözlü şiddetine uğradığını ifade etmiştir.

4. Başvurucu 25/10/2019 tarihli dilekçeyle, 9/5/2019 tarihinde yaşanan olaylar kapsamında kendisine karşı fiziksel ve sözlü şiddet niteliğinde eylemlerde bulunan kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu; anılan dilekçede açlık grevindeki bazı müvekkillerinin ailelerinin ceza infaz kurumunun önünde yapacakları basın açıklamasına avukatları olarak eşlik ettiğini, bu sırada kadınlara karşı orantısız güç kullanan kolluk görevlilerini uyarması nedeniyle darbedilerek gözaltına alındığını, gözaltı aracına götürülürken ve gözaltı aracındayken kolluk görevlilerinin kendisini yoğun şekilde darbettiklerini ve hakaret ettiklerini ileri sürmüştür. Başvurucu, yürüttüğü avukatlık mesleğiyle ilgili olarak kötü muameleye uğradığına vurgu yapmıştır. Buna ek olarak suç duyurusunda; yaşandığını ileri sürdüğü olaylara tanık olan ve açık kimlik bilgilerini bildirdiği kişilerin dinlenmesini, olayla ilgili olarak basın yayın organlarında yer verilen görüntülerin yer aldığı CD’nin ve polis kamera kayıtlarının temin edilip incelenmesini, fiziksel ve sözlü şiddet niteliğinde eylemlerde bulunan kolluk görevlilerinin tespitini ve teşhisini talep etmiştir.

5. Anılan şikâyet dilekçesindeki iddialarla ilgili olarak soruşturmaya başlayan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Bakırköy İlçe Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) hitaben yazdığı 14/11/2019 tarihli yazıyla, soruşturmaya konu olayla ilgili olarak bilgi verilmesini ve düzenlenen evrakın gönderilmesini istemiştir. Emniyet Müdürlüğünün yazı cevabında gönderdiği evrak içinde diğerlerine ek olarak 9/5/2019 tarihli Olay ve Yakalama Tutanağı, 12/5/2019 tarihli Görüntü İnceleme ve Tespit Tutanağı ile başvurucu hakkında düzenlenen genel adli muayene raporları da yer almıştır.

6. Başvurucunun imzadan imtina ettiği 9/5/2019 tarihli Olay ve Yakalama Tutanağı’na göre kolluk birimleri, A.Ö.nün ceza infaz kurumundaki tutulma şartlarının iyileştirilmesi için açlık grevi yapan kişilere destek vermek ve hayatını kaybedenleri anmak amacıyla ceza infaz kurumu önünde oturma eylemi yapılabileceğini, bu eylemi HDP’nin organize edeceğini, eyleme PKK/KCK silahlı terör örgütüne müzahir kişilerin de katılabileceğini değerlendirmiştir. Anılan tutanakta, ceza infaz kurumu yakınında toplanan gruba Bakırköy Kaymakamlığının yazısı tebliğ edilerek teşebbüs ettikleri eylemin izinsiz ve kanuna aykırı olduğunun bildirildiği ve dağılmaları yönünde megafon aracılığıyla üç kez ikazda bulunulduğu ifade edilmiştir. Ayrıca dağılmamakta ısrar eden gruba kolluk görevlileri tarafından müdahale edildiği, başvurucunun gözaltına alındığı açıklanmış; polis aracına binmemek için direnç gösteren kişilere kademeli ve ölçülü şekilde zor kullanılarak gözaltına alma işleminin tamamlandığı belirtilmiştir.

7. Adli kolluk görevlileri tarafından düzenlenen 12/5/2019 tarihli Görüntü İnceleme ve Tespit Tutanağı’nda başvurucunun eylem yapan grup içinde görüldüğü ve grupla hareket ettiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte 9/5/2019 tarihli genel adli muayene raporunda, başvurucunun sağ el bileğinde 3×3 cm’lik kızarıklık, sol omuzda hafif kızarıklık tespit edildiği ve sağ omuzda ağrı tarif edildiği belirtilmiştir. 13/5/2019 tarihli genel adli muayene raporunda ise başvurucunun vücudunda darp ve cebir izine rastlanmadığı açıklanmıştır.

8. Başsavcılık, başkaca herhangi bir işlem yapmadan 2/1/2020 tarihinde şüpheli kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde teşebbüs edilen eylemin izinsiz ve kanuna aykırı olduğunun üç kez bildirildiğine vurgu yapan Başsavcılık, kolluk görevlileri tarafından kullanılan gücün orantılı olduğunu kabul etmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

“… Yapılan inceleme neticesinde ise 09.05.2019 tarihli Olay ve Yakalama Tutanağı’nda belirtildiği üzere, kolluk görevlilerince, açlık grevinde olan HDP Hakkâri Milletvekili [L.G.ye] destek olmak amacıyla oturma eylemi yapılacağının öğrenilmesi üzerine, tedbir alındığı; söz konusu gruba destek olmak amacıyla kimi HDP’li milletvekillerinin de grupta yer aldığı; grubun yürüyüşe başlaması üzerine, kolluk görevlilerinin grubun önünü kesip, yapılan eylemin izinsiz ve kanunsuz olduğu, Kaymakamlık Makamınca eylem yapmanın yasaklanmış olduğunun bildirildiği ve megafon aracılığıyla üç defa dağılmalarının istendiği; grubun dağılmaması üzerine, gruba orantılı ölçüde müdahalede bulunularak eylemin sonlandırıldığı anlaşılmıştır.

İfade edilmelidir ki müştekinin ve müvekkillerinin, izinsiz olarak toplanmaları nedeniyle, kolluk görevlilerince, grubun, ihtara rağmen dağılmamaları üzerine, orantılı ölçüde zor kullanılarak eylemin sonlandırıldığı anlaşılmış olup, bu kapsamda, zor kullanma yetkisinin dışında ya da bu yetkinin tanıdığı sınırı aşar biçimde fizikî müdahalede bulunulduğu yolunda delil bulunmamaktadır. Keza müştekiye, hakarette bulunulmuş olduğu yolunda da delil bulunmamaktadır.”

9. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz, Bakırköy 2. Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. İtirazın reddi kararı 1/4/2020 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. COVID-19 salgını nedeniyle 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun uyarınca 13/3/2020 tarihinden 15/6/2020 tarihine kadar bireysel başvuru süresinin durduğu dikkate alındığında başvurunun süresinde olduğu değerlendirilmiştir.

10. Öte yandan başvurucunun silahlı terör örgütüne yardım etme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etme suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) dava açılmıştır. Bu davanın 11/7/2023 tarihli celsesinde başvurucunun anılan suçlardan beraatine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özetle başvurucunun slogan atmadığının, fiziksel müdahalede bulunmadığının ve gözaltı aracına binerken direnç göstermediğinin tespit edildiği kamera görüntülerine dayanılmıştır. Beraat kararı istinaf kanun yoluna başvurulmadan kesinleşmiştir. Beraat kararının başvurucu hakkındaki ilgili kısmı şöyledir:

“… Eylem Arzu KAYAOĞLU’nun gösterici grupla birlikte güvenlik güçlerinin bulunduğu yere sessizce geldiği, herhangi bir slogan atmadığı, gözaltılar sırasında herhangi bir fiziki müdahalede bulunmadan ‘napıyorsunuz’ şeklinde tepki gösterdiği, direnç göstermeden gözaltı arabasına bindirildiği…

Bilindiği üzere 2911 sayılı Kanun’un 32/1. maddesinde tanımlanan suçun oluşması için, toplanan gruba dağılmaları yönünde ihtar yapılmalı, ihtara rağmen dağılmamaları halinde zor kullanmaya başvurulmalı, zor kullanmaya rağmen de failin dağılmamakta ısrar etmesi gerektiği, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 2018/99E., 2018/1342K. sayılı emsal nitelikteki kararında ‘Kanuna aykırı toplantı gösteri ve yürüyüşüne katıldıkları sabit olan sanıkların kolluk görevlilerince yapılan ihtar akabinde tazyikli su ile yapılan 1. müdahale sonrasında ıslanmamak ve gözaltına alınmamak için kaçarken yakalanmaktan ibaret eylemlerinin 2911 sayılı Kanunun 32/1. maddesinde ‘ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse’ şeklinde tanımlanan direnme suçunu oluşturmayacağı’ şeklinde ifadeye yer verildiği… [anlaşılmıştır.]

… [U]nsurları itibariyle oluşmayan atılı 2911 s. Kanun’un 32/1 maddesine muhalefet suçundan tüm sanıkların ayrı ayrı CMK’nın 223/2-a maddesi uyarınca beraatlerine… [karar verildi.]”

II. DEĞERLENDİRME

11. Başvurucu, toplantıya müdahale ettikleri sırada kolluk görevlilerinin orantısız şekilde güç kullanması sebebiyle yaralanması ve bu olaylarla ilgili delil toplanması talepleri değerlendirilmeden kolluk birimleri tarafından hazırlanan evraka dayanılarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Yakalamadan sonra gözaltı aracına götürülürken ve gözaltı aracındayken kolluk görevlileri tarafından defalarca ve yoğun şekilde darbedildiğini, boğazının sıkıldığını, boğazına yumrukla vurulduğunu ve hakaret içeren söylemlerde bulunulduğunu da iddia etmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünde kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yer verilmiş; anılan kararda başvurucunun ve içinde bulunduğu eylemci grubun uyarılara rağmen dağılmayarak polis memurlarına direnmesi üzerine orantılı güç kullanıldığı, bu nedenle zor kullanma yetkisinde sınırın aşılmadığı hususlarının değerlendirildiği bildirilmiştir.

12. Kötü muamele iddialarının savunabilir olduğundan, dolayısıyla bu iddialara ilişkin derhâl resmî bir soruşturma başlatılması gerekliliğinden söz edilebilmesi için iddiaların güçlü bir dayanak ile birlikte yetkili merciler nezdinde dile getirilmesi gerekir. Söz konusu gereklilik sağlanmadığında mağdur olduğunu ileri süren kişilerin etkili soruşturma yürütülmesine ilişkin meşru bir beklentiye girebileceklerini söyleyebilmek mümkün değildir (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013; Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015; Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018).

13. İtiraz edilmeyen genel adli muayene raporlarında başvurucunun kolluk görevlileri tarafından yoğun şekilde darbedildiğine, boğazının sıkıldığına ve boğazına yumruk atıldığına dair iddialarıyla uyumlu bir bulgu tarif edilmediği, iddialarını doğrulayacak şekilde bir tespit yapılmadığı görülmüştür. Buna göre başvurucunun yakalama işleminden sonra fiziksel şiddete maruz kaldığına ilişkin savunulabilir bir iddia ortaya koyamadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca başvurucunun hakarete maruz kaldığı iddiası da dosyadaki bilgi ve belgeler dikkate alındığında savunulabilir nitelikte değildir. Bununla birlikte başvurucunun fiziki güç kullanıldığına ilişkin iddiasının savunulabilir olduğu, bu iddia yönünden başvuruda kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı anlaşıldığından bu iddia bakımından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

14. Kişilerin kendi tutumu kesin olarak zorunlu kılmadıkça güç kullanmaya yetkili kamu görevlilerince kişilere fiziksel güç kullanılması ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81). Gözaltı veya tutukluluk gibi bireyin devletin kontrolü altında bulunduğu sırada yaralanma olayı meydana gelmiş ise bu olaya ilişkin tatmin edici ve inandırıcı bir açıklama getirme yükümlülüğü yetkili makamlarındır (S.D., B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 89, 90; Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, § 95). Bunun sebebi bu tür olaylarda gerçekleşme şartlarına ilişkin bilgilerin çoğunlukla yetkili makamların erişiminde olmasıdır (Ferit Kurt ve diğerleri, B. No: 2018/9957, 8/6/2021, § 74). Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder biçimde fiziksel ve ruhsal bir saldırıya uğranıldığına dair savunulabilir bir iddia varsa bu iddia hakkında etkili bir soruşturma yürütülmelidir. Yaralama olayının güç kullanmaya yetkili bir kamu görevlisinin kasıtlı bir eylemi sonucu meydana geldiğinin ileri sürüldüğü hâllerde ivedilikle bir ceza soruşturması başlatılmalı, soruşturma, olaya karışanlardan bağımsız kişilerce yürütülmeli; soruşturmada olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün deliller toplanmalıdır. Dahası soruşturma süreci gerektiği ölçüde kamu denetimine ve mağdurun erişimine açık tutulmalı, soruşturma sonunda çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanılmamalı ve kullanılan gücün ilgilinin davranışı nedeniyle mutlak surette gerekli olan bir güç kullanımına karşılık gelip gelmediği ve orantılı olup olmadığı soruşturma makamınca değerlendirilmelidir. Ayrıca soruşturmada makul bir özen ve süratle hareket edilmelidir (sözü edilen ilkelerin yer aldığı örnek kararlar için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 101-103; S.D., §§ 111-114; Veli Saçılık (2), B. No: 2018/24614, 18/10/2022, § 16).

15. Başvurucu; müvekkillerinin basın açıklaması yapmaya hazırlanan ailelerine hukuki destek vermek için toplanan grupta yer aldığını, gruptaki diğer kişilere müdahale edilmesine tepki gösterdiğinde kolluk görevlilerinin fiziki şiddetine uğradığını ileri sürmüştür.

16. Somut olayda basın açıklaması yapmak üzere toplanan gruba, kolluk görevlileri tarafından güç kullanılarak müdahale edilmiştir. Başvurucunun müdahale neticesinde sol omzunda hafif kızarıklık, sağ omzunda ağrı meydana gelecek şekilde yaralandığı adli muayene raporları ile tespit edilmiştir. Kolluk görevlilerinin zor kullanma tutanaklarına yansıyan ve Başsavcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda da açıkça belirtilen fiziksel müdahalesinin varlığı hususunda bir tereddüt yoktur.

17. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karardaki kabul karşısında incelenmesi gereken husus, başvurucunun tutumunun güç kullanılmasını kesin olarak zorunlu kılıp kılmadığı, kılmışsa kullanılan gücün aşırı olup olmadığıdır. Başvurucunun yakalama işlemine direnmesi nedeniyle güç kullanıldığı kamu makamlarınca açıklanmıştır. Olay Tutanağı’nda yer verilen bu hususu başvurucu kabul etmemiş, başvurucunun bundan imtina etmesi nedeniyle de bu durum imza ile doğrulanamamıştır. Diğer taraftan başvurucunun sanığı olduğu yargılamada olay yerindeki görüntüleri inceleyen Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun fiziki bir müdahalesi olmadığını ve direnç göstermeden gözaltı arabasına bindiğini belirtmiş; 2911 sayılı Kanun’a muhalefet etme suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığını kabul etmiştir.

18. Bununla birlikte Başsavcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda da kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkisini orantılı şekilde kullandığı kabul edilmiş ancak başvurucunun davranışlarına veya müdahalenin kaçınılmaz olduğuna ilişkin bir değerlendirme yapılmamıştır. Başvurucu hakkında verilen beraat kararı gerekçesi de gözönüne alındığında başvurucunun kamu görevlilerine direndiğine dair bir tespit yapılamadığından kendisine zorunlu olarak güç kullanılmasını gerektirecek bir tutumunun varlığının yetkililerce ortaya konulamadığı değerlendirilmiştir.

19. Başvurucuya karşı güç kullanılmasının somut olay koşullarında zorunlu olduğunun kamu makamlarınca açıklanamadığının tespitinden sonra dosya kapsamı ve adli rapor bilgilerinden hareketle kolluk görevlilerinin eyleminin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Somut olay bir bütün olarak ele alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

20. Başvurucunun sorgusunda gözaltına alınırken kolluk görevlilerinin fiziksel şiddetine uğradığını ifade etmesine ve adli muayenede yaralandığının anlaşılmasına rağmen bu olay hakkındaki soruşturma ancak başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılmıştır (bkz. § 4). Oysa şikâyet olmadığında bile kötü muamelede bulunulduğuna ilişkin yeterince açık belirtiler varsa konuyla ilgili bir ceza soruşturması başlatılmalıdır (bazı değişikliklerle beraber bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 102).

21. Başsavcılık, soruşturma kapsamında başvurucunun şikâyet ve delillerinin tespitine yönelik talepleri hakkında herhangi bir işlem yapmamış; dosyaya sunulan CD’deki görüntüleri incelememiş, başvurucunun açık kimlik bilgilerini verdiği tanıkların ifadesine başvurmamıştır.

22. Başsavcılık, kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkilerini aşmadığını değerlendirmiş ve kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılık, bu sonuca kolluk görevlilerinin hazırladığı tutanaklardaki belirlemeleri esas alarak ulaşmıştır. Olayın şüphelileri tarafından düzenlenen tutanakların doğruluğu araştırılmaksızın ve başkaca bir delille desteklenmeksizin tek başına hükme esas alınması soruşturmanın bağımsızlı ilkesine aykırıdır (Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 61).

23. Anılan hususlar insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılması için yeterlidir.

24. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Muhterem İNCE bu sonuca katılmamıştır.

III. GİDERİM

25. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve 100.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

26. Başvuruda tespit edilen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği soruşturma merciince yapılması gereken iş, yeniden soruşturma işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

27. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya talebine bağlı olarak net 100.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE Muhterem İNCE’nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Memur Suçları Soruşturma Bürosu, Sor. No: 2019/106833) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 100.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 446,90 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.246,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/6/2024 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesinde polisin zor kullanma yetkisi düzenlenmekte ve bu yetkinin bedeni ve maddi güç (basınçlı su ve göz yaşartıcı gaz kullanma halleri dahil) kullanma şeklinde olabileceği, zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarının yapılacağı, ancak direnmenin mahiyeti ve derecesi gözönünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabileceği hüküm altına alınmaktadır.

Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının, sorumluluğunda meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

Kötü muamele yasağına ilişkin pozitif yükümlülüklerin usuli boyutunu oluşturan etkin soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü değil, araç yükümlülüğü olduğu hatırda tutulmalıdır. Bu cümleden olarak, Anayasa’nın 17. maddesinin başvurucuya üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkumiyetle veya belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği şeklinde yorumlanamayacağı hususunun dikkate alınması gerekmektedir. (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına dair hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir (Cezmi Demir, § 114; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96-57834/00, 3/6/2004, § 136).

Somut olayda başvurucu, maruz kaldığını iddia ettiği fiziksel ve sözlü şiddete ilişkin olarak 9/5/2019 tarihinde gerçekleşen eylemlerden çok sonra 25/10/2019 tarihinde şikâyet dilekçesi vermiştir. Bunun yanında, PKK/KCK silahlı terör örgütüne müzahir kişilerin de katılabileceğine dair Olay ve Yakalama Tutanağında belirlemeler yapıldığı tespit edilmiştir. Söz konusu tutanakta, yapılacak eylemin izinsiz olduğunu, kanuni dayanağının bulunmadığını ilgili gruba tebliğ edildiği, bunun yanında da kanuna aykırı bu toplantıda grubun dağılması noktasında megafon aracılığı ile üç kez ikazda bulunulduğu hususu açıkça yer almıştır. Buna rağmen aralarında başvurucunun da bulunduğu grup dağılmamakta ısrar etmiş ve güvenlik güçlerine kanuna aykırı olarak direnmişlerdir. Başvurucunun olay tarihinde kanuna aykırı olarak izinsiz gösteri yapan grubun içerisinde bulunduğu hususu herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucu, olaya ilişkin olarak güvenlik güçlerince yoğun şekilde darbedildiğine; boğazının sıkıldığına ve boğazına yumruk atıldığına dair iddialarıyla uyumlu bir bulgu tarif edememiştir. Bunun yanında başvurucunun hakarete maruz kaldığı iddiası da savunulabilir nitelikte değildir. Bu anlamda başvurucunun, iddialarının maddi olayla bağdaşmayacak ölçüde savunulabilir olmaktan uzak olduğu gözlemlenmiştir. Tüm bu açıklamalar sonrasında başvurucuda meydana gelen yaralanmanın izinsiz ve kanuna aykırı olarak yapılan toplantının dağıtılması amacına uygun ve orantılı olarak yapılan müdahaleler sırasında meydana geldiğinin kabulü gerekir.

Başsavcılık, olaydan çok sonra verilen dilekçe üzerine maddi olaydaki hukuka aykırılığa vurgu yaparak başvurucunun yaralanmasının zorunlu, gerekli ve orantılı müdahale sırasında meydana geldiğini kabul ederek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Yaşam hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin olarak yapılacak şikâyetler hakkında yürütülecek adli işlemlerin yeterliliklerinin her somut olayın kendine özgü koşulları içerisinde değerlendirilmesi gerektiği hususunda herhangi bir tereddüt bulunmaktadır. Somut olayda, silahlı terör örgütü başının ceza infaz kurumundaki koşullarının iyileştirilmesine yönelik kanunsuz bir toplantı olduğu hususu hiçbir şekilde hatırdan çıkarılmamalıdır. Bu durum karşısında, güvenlik güçleri tarafından icra edilen müdahalenin yasal zor kullanma yetkisi kapsamında kaldığı, bu yetkinin orantısız biçimde aşılmak suretiyle kötü muamele yasağının ihlâl edildiği yolundaki soyut iddiayı destekleyici somut bir bulgu ve kanıtın bulunmadığı, asgari eşiğin aşılmadığı, böylece devletin pozitif yükümlülüğünün somut olayın koşulları bakımından yerine getirildiği olaya bir bütün olarak bakıldığında Anayasa’nın 17. maddesinin maddi ve usuli bakımlardan ihlâl edildiğine ilişkin bir sonuca ulaşmanın farazi bir kabule dayanabileceği kanaatine ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle; Anayasa’nın 17. maddesinin ihlâl iddiası bakımından maddi ve usul boyutu bakımından “ihlâl bulunmadığı” kararı verilmesi gerektiğini değerlendirdiğimden; çoğunluğun aksi yönündeki kararına katılmıyorum.

Üye

Muhterem İNCE

​Anayasa Mahkemesi’nin 11/6/2024 tarihli ve 2020/17496 başvuru numaralı kararı Hukuki Haber

Haberin Alıntılandığı Kaynak: www.hukukihaber.net

Shares:
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir