İskenderun Limanı da uzun yıllar boyunca sadece Akdeniz’in değil, Ortadoğu’nun da kaderini taşımıştır. Bugün konteynerlerin ve vinçlerin gölgesinde silinmiş gibi duran liman geçmişi aslında bu şehrin hafızasının en derin katmanlarından biridir. Tütün balyalarından, hacı gemilerine, göçmen sandıklarından vedalaşan adamlara kadar; bu limanın taşıdığı şey sadece yük değil, insanlık hâlleridir.

Tütünün Tuzla Karışan Kokusu

 

1900’lerin başında İskenderun Limanı, Osmanlı’nın Doğu Akdeniz’deki en canlı sevkiyat noktalarından biriydi. Özellikle Antakya ve Lazkiye taraflarında yetişen tütünlerin işlenmesi ve ihraç edilmesi büyük ölçüde bu limandan yürütülürdü. Şehre tütün getiren develer, balyaların taşındığı kayıklar, sabahın ilk ışıklarında denize karışan tütün kokusu… Bunlar İskenderun’un eski sokaklarının sesini ve kokusunu belirleyen ayrıntılardı.

Tütün sadece ticari bir ürün değil, sosyal bir bağlayıcıydı da. Kıyıda, çuvalların üstüne oturmuş liman işçileri, çay ocaklarından çıkan dumanla birlikte yorgun ama memnun sohbetlere dalardı. O sohbetlerin bir ucunda mutlaka Halep, Lazkiye, Beyrut ve Kudüs olurdu.

Hac Yolculukları: Bir Limanın Kutsal Uğurlamaları

Osmanlı döneminde Hac yolcuları için Halep, Şam ve Mekke arasında iki ana güzergâh vardı. Kara yolu daha meşakkatliydi, ama deniz yolunu tercih eden hacılar için İskenderun bir ara duraktı. Şam’dan gelen hacı kafileleri burada toplanır, gemilere binmeden önce birkaç gün şehirde konaklarlardı. Bu dönemde liman, yalnızca bir ulaşım noktası değil, maneviyatın yoğunlaştığı bir veda mekânı olurdu.

İskenderun’da hâlâ yaşlıların dilinde “hac yolcularını uğurlamak için yapılan dualar”dan söz edilir. Liman kıyısında toplanan kalabalık, dua eden anneler, gözyaşı döken çocuklar, sabırla bekleyen gemiciler… Hac yolculuğu aslında sadece Mescid-i Haram’a değil, İskenderun’un kalbine de yazılan bir hatıraydı.

Hicretin Sessiz Tanıkları

Birinci Dünya Savaşı sonrası, Fransız işgali döneminde ve daha sonra Hatay’ın anavatana katılması sürecinde İskenderun Limanı göçmenlerin yoğun olarak kullandığı bir çıkış kapısı oldu. Özellikle Suriye’den gelen Arap, Türkmen, Kürt ve Ermeni topluluklar bu liman üzerinden Anadolu’ya geçiş yaptı. Aynı şekilde, Anadolu’dan Arap yarımadasına ya da Avrupa’ya gidenler de valizlerini, umutlarını ve sessiz dualarını bu limanda geride bıraktı.

Bazı ailelerin hâlâ evlerinde sakladıkları eski sandıkların üstünde “İskenderun Limanı – 1939” damgaları bulunur. Bu sandıklar, bir dönemin sessiz tanıklarıdır. Her biri içinde bir ev, bir hayat ve bir vedanın iziyle doludur.

Sadece Mallar Değil, Medeniyet Taşınır

Limanlar sadece ticaretin değil, medeniyetin de geçiş kapılarıdır. İskenderun Limanı da yıllarca sadece ürün değil; dil, kültür, inanç ve dua taşıdı. Bazen bir âlimin kitap sandığına, bazen bir annenin bohçasına, bazen de bir hacının kalbine konuk oldu.

Bugün limanın modern görüntüsü, geçmişin bu sessiz güzelliğini gölgelemiş gibi görünse de, dikkatle bakıldığında bu iskelede hâlâ geçmişin ayak izleri bulunur. Şimdi vinçlerin yükseldiği yerde bir zamanlar dua sesleri yükseliyordu. Şimdi asfaltla kaplı olan zeminlerde bir zamanlar göçmen ayaklarının tozu vardı.

Hafıza Taşıyan Bir İskele

İskenderun Limanı’nı yeniden düşünmek, sadece ekonomik değil, kültürel bir kazı yapmaktır. Çünkü bu liman yalnızca eşyaları değil, duyguları da taşımıştır. Her yükleme bir umuttu, her boşaltma bir özlemdi.

Tütünün kokusu, hacıların duası ve hicretin gölgesi… Bunlar İskenderun Limanı’nın unutulmuş ama silinmemiş hikâyeleridir. Şimdi bu hikâyeleri hatırlamak, sadece bir geçmişe vefa değil; geleceğe bir yön çizme meselesidir. Çünkü bir şehir, limanını unutursa, yolunu da kaybedebilir.

​Bir liman sadece gemilerin geldiği ve malların indirildiği bir yer değildir. Aynı zamanda hikâyelerin toplandığı, dağıldığı ve yeniden yazıldığı bir eşiktir. 

​Haberin Alıntılandığı Kaynak: www.iskenderun.org

Shares: